Kırsal toplum döneminde, yani mekanik dayanışmanın ön plana çıktığı dönemde, dolayısıyla uzmanlaşmanın kısıtlı olduğu dönemde insanlar birden çok işi kendi görüyordu.

Avlanıyordu, pişiriyordu, dikiyordu, yemek kabını kendi üretiyordu, kumaşını kendi dokuyordu, ekmeğini pişiriyordu, ekin ekiyordu, meyve-sebze yetiştiriyordu, yakacağını temin ediyordu, tamiratını kendi görüyordu vs.

Zaman organik dayanışmadan, uzmanlaşmadan yana ilerledi. Uzmanlaştığımız alan dışına körleşen bireyler olduk çıktık ve bu marifetmiş gibi ukala bir tavırla davranıyoruz.

“Ayy ben yumurta bile kıramam” diyen kız, “çivi bile çakmışlığım yoktur” diyen adam, “matematikten ben hiç anlamam abi ya, türev mi falan varı hahaha” diyen insan. Cahillik ve tembellikleriyle övünen insanlar. Bundan prim yapmaya çalışan insanlar. Bunu komik bulan insanlar…

Acıklı lan.

Tamam modern toplum, dolayısıyla kentleşme bizi organik dayanışmaya mahkum kıldı ve kaçınılmazdı, kabul. Lakin uzmanlaşma-körleşme dengesini epey bozduk.

İşinde uzmanlaşma ve kariyerle obsesif bir tutum içerisine girmiş, hayatı ıskalayan adamlarız. Bir hobisi bile olmadan “sığır” gibi yaşayan ya da yaşadığını sanan ve bunu başarı olarak tanımlayan sistem içerisinde birbirimizi gazlayan bünyeleriz.

İşinde uzmanlaşma uğruna, çocuğunun oyun vaktini-eğlenme vaktini dahi işin uzmanlarına(!) bırakmış ebeveynleriz. Görevimiz akşam vakti “bugün kreşte eğlendin mi?” diye sormak çocuğumuza.

Ne uğruna peki?

Uzmanlık alanı hariç, bir başka uğraşıyla meşgul olmanın hem bireye hem topluma sayısız faydası var. İlk olarak bir hobi, iş harici bir uğraşıyla vakit geçirmek bireyi mutlu eder, yaratıcılığını arttırır. Kabul edelim, çoğumuz işimizi bilinçli bir şekilde seçmiyoruz. Ya da bilinçli bir şekilde seçtiğimiz işi sevemez hale geldiğimizde bir başka işe geçiş yapamıyoruz. 40 yaşından sonra meslek değiştiren kaç kişi var? Zor.

İkinci olarak hobin sana meslekler arası empati yapmayı sağlar, bu da daha anlayışlı bir birey olmanı sağlar. Hobi olarak marangozlukla uğraşan biri işin zorluklarını öğrenir. Hobi olarak bisiklete binen bir kişi trafikte bisikletlilere karşı daha dikkatli olur. Hobi olarak fotoğrafla ilgilenen kişi, fotoğrafın sadece deklanşöre basmaktan ibaret olmadığını anlayıp emeğe daha fazla saygı gösterir. Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Bizde ise uğraştığın hobiyle alakalı tepki senin ne kadar boş bir adam olduğunla alakalı. Kendimden örnek verirsem; 280 km pedalladıktan sonra Rize’deki taksici abinin tepkisi “yav işiniz mi yok amına goyyim” di. Bunu yapıyorsam işimin olmaması gerekiyormuş. Adamın atfı iş. Ya da bir maketle, puzzle’la uğraşıp 2 ay emek verip meydana getirdiğin esere, “ne boş işlerle uğraşıyorsun” tepkisi alman kuvvetle muhtemel. Çünkü ortaya çıkan eserin maddi karşılığı yoksa bizde o “boş iştir.” Anlayışa gel aga.

O işin insana huzur verebileceği, rahatlatabileceği, bireyin asıl işi motivasyon sağlayabileceği, bireyi mutlu edebileceği düşünülmez. Parasal karşılığı yoksa “boş iştir.”

Bu “boş iş” anlayışında sanayi devrimi sonrası literatürde kendine daha sık yer bulan “emeklilik” anlayışı da etkili oldu. Asgari ücretten düşük bir maaş alsan dahi çevren şunu sorar “sigortan yatıyor mu, yatıyorsa iyi, sesini çıkarma.”

Doğada emekli olan bir at, aslan, fare, kartal göremeyiz. Bize özgü oldu bu. Dedem 90 yaşında vefat ettiğinde, 1 ay öncesinde halen tarlada toprağı belliyip, tohum ekiyordu. Eski topraklarda da böyle bir emeklilik anlayışı yoktu.

Bu kesinlikle doğamıza aykırı. Emeklilik sonrası bir sığır gibi yatmak, faydasız bir yiyici olmak, bu kabul edilemez. Edilmemeli. Emeklilik aydan aya maaşı alıp oturmak olmamalı. Belki de hayatın boyunca en verimli olabileceğin, zaman açısından sıkıntın olmayan bir dönemde insanlar daha üretken olmalı.

Gençlik döneminde emekliliği için yaşlanan, kapasitesinin üstünde çalışan adamlarız. Tabi bunda yine uzmanlaşmanın etkisi var. Ömrü boyunca tapu dairesinde memur olmuş bir adam, emekli olduktan sonra ne üretebilir, ne niteliği var?

Ne için neleri ıskalıyoruz? Anlattıklarım bir dayatma olarak algılanmasın. Hobi edinmek istemeyen, içten gelen bir isteği olmayana lafım yok. Eleştirdiğim arzuladığı halde harekete geçmeyen, kendi yapamadığı halde uğraşı içinde olanlara ahkam kesenler.

Uzmanlaşma, körleşmedir. Samimi söylüyorum “ay ben yumurta kırmayı bile beceremem” diyen bir kızı karanlık bir odaya atıp, bir hafta kilitli tutup, kendisine sadece yumurta, domates ve bir ocak verip, “bu malzemelerden musakka yapmadan” odadan çıkamazsın diyip, yaratıcılığını arttırabilirim.

Üşengeçlik, cahillik, emek vermemek bir maharet değil, bununla övünmek, arkadaş ortamlarına meze yapmak komik de değil. “Abi o türevler, logoritmalar falan, ne gereksiz şeylerdi ya hahahah” diyen adama gülen ortamdaki adam, senin de aklına sıçayım.

Robert Heinlein bitirsin;

Bir insan bez değiştirebilmeli, bir istilayı planlayabilmeli, bir hayvan kesebilmeli, dümen tutabilmeli, bir bina tasarlayabilmeli, bir sone yazabilmeli, muhasebe yapabilmeli, bir duvar yapabilmeli, kırık bir kemiği düzeltebilmeli, ölen birini teselli edebilmeli, emir alabilmeli, emir verebilmeli, işbirliği yapabilmeli, tek başına hareket edebilmeli, denklem çözebilmeli, yeni bir problemi inceleyebilmeli, gübre küreyebilmeli, bilgisayar programlayabilmeli, lezzetli bir yemek pişirebilmeli, etkin bir biçimde dövüşebilmeli, onuruyla ölebilmelidir. uzmanlaşma böcekler içindir.

CEVAPLA

İnsan mısın? *