Yazar: Üsame Yüce

Yürüyorum, ellerimi ve kollarımı kontrol etmeden. Hızlı adımlar ile muhtemelen, muhtemelen ben yürürken olan birçok şeyden kopup gidecek kadar düşüncelere dalmışım. İşin güzel tarafı yağmur yağıyor ve işin kötü tarafı ben yağmurdan haz alacak kadar farkında değilim bu yağışın. Derken bir ses kesiyor sessizliğimi,

“Selamün Aleyküm abi, bir dakikan varsa bir şey söyleyebilir miyim?”

Söyleyebilirsin tabi ama sen kimsin? Muhakkak dilencisin, gelişinden, duruşundan, ezilip büzülmenden ve benim anlık tereddüdümden belli. Daha ben bir şey demeden, sadece gözlerinin içine gereğinden fazla baktım diye devam etti,

“Abi inşaat işçisiyim, buraya iş için geldim ama iş bulamadım  (ve haklı çıktım, dilenci, şimdi bir şeyler isteyecek benden ama ben salak değilim bu sözlere karnım tok, hem dilenmesin gitsin çalışsın, korkuyorum içten içe yan kesici de olabilir ama kalabalık bir yerdeyiz yan kesici olamaz, ulan niye ben, ne diye bana bu gerilimi yaşatıyorsun) bir akrabama güvendim geldim, o da burada değilmiş, çok açım abi bana bir şeyler yedirsen, para versen, ekmek parası, simit parası?”

Hâlâ gözlerinin içine bakıyorum, söyledikleri ve benim içimden geçenler bir birine karıştı iyice. Hepiniz bu sözleri, önceden çalışılmış, ezber kokan bu sözleri, tekrar tekrar duymuşsunuzdur. Farklı memleketlerde, farklı iklimlerde, farklı tonlarda, farklı cinslerde…

Bir an aklımda donukluk oldu, “açlık” kelimesi beynime kızgın bir yağ gibi döküldü, hâlâ adamın gözlerine hiçbir şey demeden bakıyorum, bir iki saniye sonra dilim çözüldü ve “ne yemek istersin?” diye soruverdim. Neden sordum? Çünkü bana aç olduğunu söyleyen ve tanıdığım herkese bu soruyu sormuştum, ezberden sordum yani. “Ne istersen yerim abi, çok açım”. İşte bu cevabı bana acıkmış hiçbir yakınım vermemişti. “Ne olursa yerim” değil, “ne istersen yerim!”

“Ne istiyorum?” diye sordum kendime, bu aç adamın ne yemesini istediğimi düşündüm. Bu kadar aç olsam ne yerdim diye sordum kendime ve adam ile hâlâ göz gözeyiz, döner yemek isterdim, güzel bir et döner, 10 liralık dürümlerden ve yanında acılı şalgam olsun. Hikâye devam etti ama ehemmiyetli kısmı buraya kadar olandı.

Peki, açlık nedir?

Benim kast ettiğim, vücudun temel gıdalardan mahrum kalması ve bu mahrumiyetin dayanılamayacak bir hâl almasıdır.

Birçok ihtiyaç, retorik olarak daha cezp edici bir şekilde kavramlaştırılsın diye “açlık” kelimesi kullanılarak türetilen söz öbekleriyle ifade edilmiştir.  Ben besine olan ihtiyacın had safhaya varması halini bunlardan ayırmanın gerektiğine inanıyorum.

AÇLIK,

Bir kısmımız için soyut olsa da birçokları için somut bir gerçek. En gerçek, tek gerçek.

Bir insanın dilenmesi için mesela, çok cesur olması gerekir. Dilenmek zor iştir, sadece hayal edin, kalabalık bir sokakta, insanlar yüzünüze ekşi ekşi bakıyor ve siz bu ekşi yüzlü pezevenk ve fahişeler topluluğundan medet umuyorsunuz, cesaret ister.

Bu cesareti veren şey ihtiyaçtır, muhtaç olmaktır. Sen neye muhtaç isen onun için dilenirsin. Her dilenci aynı şeye muhtaç değildir. Rezidans dilencileri, resmi daire dilencileri, sokak dilencileri… Ve hatta sokak dilencileri de aynı şeye muhtaç değillerdir ama bir şeylere muhtaçtırlar. Ve muhtaç oldukları kudret işte bu ”muhtaç olma halidir”.

İşte bu dilencilerden bir kısmını dilenmeye açlık iter. Açlık insanları savaşlara sürükleyecek bir itkidir. Ve bu niteliğini iman edilen inançlar ile paylaşır, savaşlar ya açlıktan çıkar ya inançlardan. Açlığını gidere bilmek için dilenenler olduğu gibi, inançlar için dilenenler de vardır.

AÇLIK,

İnsanı tüm niteliklerden koparan, çırılçıplak bırakan gerçek.  Aç insanın cinsiyeti olmaz, dini olmaz, ırkı olmaz, ulusu olmaz, mezhebi olmaz, fikri olmaz, tarafı olmaz, takımı olmaz, grubu olmaz, partisi olmaz, cemaati olmaz. Olamaz, açtır o!

Ve tüm diğer parantezlerde kendini tanımlayanlar, açlık ile karşılaşınca parçalar parantezlerini ve hatta ciddi bir irade sahibi olmayanlar insanlık vasfını bile terk edebilir.

Aç insana neden yardım etmeliyiz?

Evvela şunu belirteyim, ister aldatsın, ister benden zengin olsun bir adam bana “açım” dediğinde, elimi cebime atar, nihayetinde karnını doyurabileceği demir parçasını eline tutuştururum. Çünkü açlık bu derece korkutucu bir disiplindir benim için ve Allah hem beni hem benden geriye kalan herkesi açlıkla sınamasın.

Saniyen aç bir insana sırf aç olduğu için yardım ederim. Diğer ihtiyaçları gidermek için yapılan yardımların tamamı inanç, ahlak, hukuk ve fikir temelli bir sebebe dayanabilir. Ama açlık bunların hepsinden bağımsız bir ulviliğe sahiptir. Aç adamın inancı, ahlakı, hukuku ve fikri olmaz. Aç insana yardım etmek, sadece açlıkla mücadelenin gereğidir.

Allaha inanan insanların, yaratanın bize verdiği nimetlerden, bir kısmımızın yararlanamıyor olmasından hicap duyması gerekir. Hepimiz için verilen nimetler var ama bir kısmımız yaşamasına yetecek kadarına bile muhtaç. Bu bir düzen koyucunun, yaratıcının olduğu denklemde en aşağılıkça haldir. Allahın rızası aranmalıdır ama bilmek gerekir ki onun yarattığı kulu, onu yarattığı nimetten mahrum bırakmak, onun hakkına girmektir. Evvela onun hakkını teslim adına aç insana yardım edilmeli ve sonra rızası kovalanmalıdır. Bu sebeple belki de bir çok dinde ihtiyaç sahiplerine yardım -infak, zekât, sadaka- farzdır veya en temel ritüellerdendir.

Ve toplum düzenini sağlama adına ortaya atılan tüm kurumlar, hukuk düzeni, devlet, sivil toplum, kolektif hareket, bireysel eylem vb. temelde bu sorun halletmeye odaklanmalıdır. Uluslar, ulus devletler, anayasalar, anayasal haklar, temel insan hakları, vazgeçilemez haklar, insan hakları sözleşmeleri…. İnsanlık adına atılacak her adımın amentüsü “açlık sorunu” olmalıdır.

Zira aç insanlar, açlık denen olgu ile boğuşurken biz sadece algıdan ibaret şeyler ile uğraşıyoruz. İnançlarımızın bile birçok kez tartışılabileceği bir ortamda, açlık kadar kesin ve kadim temellere sahip bir probleme eğilmemiz tamamen kendi ahmaklığımızdandır.

Açlık problemi bu kadar aleni iken, kafamızı kuma gömerek, ortaya problem diye attığımız ve uğruna bir yaşam adadığımız tüm problemler romantizmden öteye gidemez.

Açlık problemini temel şiarlarından biri olarak addetmeyen her ideoloji, hareket, eylem sadece boş konuşmak, boş koşmaktır.

Kendinizi coğrafi sınırlara hapsedip, sadece devlet olarak kabul ettiğiniz “insan, toprak, teşkilatlı yapı” zırvası için dertlenebilirsiniz, ırkınız ile, öykündüğünüz milletler seviyesine gelme ile, savunma sisteminin gelişmesi ile sınırlayabilirsiniz.

Ama unutmayın, “açlık düzenin kopan zinciridir”. Açlık problemi çözülmeden dünya sadece keşmekeşe gebedir ve doğuracağı piç hepimizin kanını emecektir. Kanımızı emerken ne mi hissedeceğiz? Cevap basit, yıkıcı bir AÇLIK!

Bu konuda Knut Hamsun’un “Açlık” romanı ve Steve McQueen’in yönettiği “Açlık” filmini tavsiye ederim.

CEVAPLA

İnsan mısın? *