Ne büyülü bir söylem di mi “Batı’nın ahlaksızlığı yerine ilmini alacağız.” ? Kulağa hoş geliyor. Bu söylemden iki sonuç ortaya çıkıyor;

1) Batı’nın ilminin üstün ve arzulanan olduğu.

2) Batı’nın ahlakının istenmeyen ve yoz olduğu.

İlk sonuca katılmamak elde değil. Burada bir beis olduğunu düşünmüyorum.

Yalnızca Avrupa Birliği 2014-2020 yılları için 86 milyar euro Ar-Ge’ye (Araştırma-Geliştirme) kaynak ayırdı. Elimizdeki en sağlıklı veriler 2009 yılına ait. UNESCO İstatistik Enstitüsü’nün 2009 raporuna baktığımızda Ar-Ge’ye dünya genelinde 1,276 Trilyon Dolar ayrılmış. Ar-Ge yatırımlarının dünya genelinde dağılımına baktığımızda ilk sırada Kuzey Amerika Ülkeleri (A.B.D-Kanada-Meksika) var. Ar-Ge’ye toplam 433 milyar dolar ayırmışlar. Kuzey Amerika Ülkeleri’ni Asya ve Pasifik Ülkeleri takip ediyor, ar-ge’ye toplam 402 milyar dolar ayırmışlar. 3. sırada ise AB ülkeleri var. 27 AB ülkesi 2009 yılında ar-ge’ye toplam 319 milyar dolar ayırmış. Geriye kalan toplam 122 milyar doları da bu üç grup içerisinde yer almayan diğer tüm ülkeler harcamış. Bu istatistiki verilerden şu sonuca varmak zor olmuyor; ne kadar çok ar-ge yatırımı, o kadar çok teknoloji ve inovasyon atağı, o kadar çok geri dönüşüm.

Türkiye’ye göz atalım bir de. 2012 yılı itibariyle ülkemiz satın alma gücü paritesine göre GSYH büyüklüğü açısından dünyanın 16. büyük ekonomisi ama ihracat hacmi olarak 32. büyük ekonomi. İhracat kalemleri ise düşük ve orta teknolojili ürünlere dayanıyor. Türkiye’nin 2009 yılında bütçeden Ar-ge’ye ayırdığı meblağ 8,7 milyar dolar ve tüm GSYH’ye (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) oranı % 0,80. Güney Kore’de bu oran % 3,30

Türkiye’de en fazla Ar-ge yatırımı yapan 20 şirkete baktığımızda dahi ar-ge konusunun önemini anlayamadığımızı görüyoruz.

En Fazla Ar-Ge Harcaması Yapan İlk 20 Şirket (2011)

arge türk şirketler

Ar-Ge’nin patent sayılarını nasıl etkilediğini görmek bizim açımızdan daha içler acısı. Dünya Bankası verilerine göre 2010 yılında Japonya tek başına 290.081 patent başvurusu yapmışken Türkiye yalnızca 3250 patent başvurusu yapmış.

ülkelere göre patent başvuru sayısı

Bir diğer çarpıcı tablo ise ülkelerin ihracat rakamları içerisinde yüksek teknoloji ürünlerin payı. 2010 yılında bu pay A.B.D için % 20 iken Türkiye için % 2.

Toplam İhracat İçerisinde Yüksek Teknoloji İhracat Payı (%)

ihracat yüksek teknoloji payı türkiye

 

Son olarak da ülkelerin bilimsel yayınlardaki dünya sıralamasına baktığımızda Türkiye 2009 yılında dünyada 46. sırada.

Ar-ge, patent, yüksek teknoloji ihracatı ve bilimsel makale verileriyle en azından şunu ortaya koyduğumuzu düşünüyoruz; hepsi birbiriyle bağlantılı ve kesinlikle BATI’nın İLMİNE İHTİYACIMIZ VAR.

Gelelim 2. sonuca; Batı’nın ahlakının istenmeyen ve yoz olduğu.

Batı’nın ahlaksızlığını almayacağız. Yani bizim ahlakımız daha evlâ. Peki öyle mi?

“Komşum daha siftah etmedi, bu ürünü de ondan al” diyen esnaf hikayesiyle ya da ünlülerin Türkler hakkındaki müthiş sözleri foto galerileriyle milliyetçi mastürbasyona devam mı yoksa gerçekten neyin ne olduğunu ortaya koyacak mıyız yüzleşmekten korkmadan?

Soru 1) Batı’nın ahlaksızlığıyla kastettiğimiz nedir?

Soru 2) Bizim ahlakımızı onların ahlakından üstün hale getiren nedir?

Cevap 1) Sanırım Batı’nın ahlaksızlığından dem vurulan davranışlar şunlar; içki içmek, zina yapmak, çıplaklık, aile kavramı. Bu davranışların hepsi bizde de mevcut.

Cevap 2) O halde bizim ahlakımızı onların ahlakından üstün hale getiren bu davranışların yaygınlığı ve sayısı olmalı.

Şunu sorayım; çekinmeden içki içmek, zina yapmak mı daha ahlaki yoksa bu davranışları devam ettirip, gizleyip günlük yaşamda bunları yapanları yargılamak mı?

Karar vermemiz gerekiyor? Ahlaklı mı olacağız, ahlakçı mı olacağız? Yani birilerine sürekli kendi ahlak anlayışımızı mı dayatacağız yoksa eyleme kendimizden mi başlayacağız?

Bir soru daha; hırsızlık, yolsuzluk, liyakat, dürüst ticaret, tüketici hakları, insan haklarını neden dahil etmiyoruz ahlak tespit kriterlerimize? Avrupa’daki Türk imajından ne haber? Tanıdık kontenjanından taşmış kamu kuruluşlarına ne demeliyiz? Çürümeye yakın sebze meyveyi seçtirmeyip itelemeye çalışan manav ne ayak? Hadi bunlar meslek sahibi, ikinci el oto piyasasında dönen sahtekarlıkları nereye koyacağız? Yürüyeni mükemmel diye ilan verilmiş arabada sallantıdan böbrek taşı düşürülüyor. Bel altı boyalı ilanlı araç kazada 3 salto bir burguluyla kaza serisini tamamlamış ve jüriden atletizm branşında tam puan almış. Örnekler o kadar çok ki…

İçki, zina, çıplaklık üçlemesi etrafında dönen ahlak anlayışı belli ki İslam anlayışından geliyor. Ama yanlış bir anlayıştan. Yanlış olan İslam değil, İslam’ı yanlış anlamlandırma. İmam-ı Azam’ın “hukuk asgari ahlaktır.” tanımlamasını anlayamamış, ahlakçı bireyler.

Kıldığın namaz, kestiğin kurban, verdiğin zekât beni ilgilendirmiyor, sana sempati duymam harici de ilgilendirmemeli zaten. Nasıl davrandığın, hakkı teslim edip-etmediğin, zarar verip-vermediğin mühim.

Ulpianus hukukun prensiplerini söyle özetlemiş;

honeste vivere, alterum non laedere, suum cuique tribuere.

Yani; şerefli yaşa, kimseye zarar verme, herkese hakkı olanı ver. İslam’da da bu 3 düstur şöyle özetlenir; “eşyayı yerine koymak.”

Aslında “Batı’nın ahlaksızlığını almayacağız” ifadesine katılıyorum. Almamıza gerek yok çünkü, çok şükür kendi ahlaksızlığımızı üretmede dışa bağımlı değiliz. Kendi öz insanımızla Arzu eden ülke olursa ihraç bile edebiliriz.(!)

Bize gerekli olanları şu 1 dakika 31 saniyelik videoda anlatılmış;

“İhtiyaçtan fazla mal haramdır, hırsızlıktır… Altın ve gümüş, yoksullar üzerinde hegemonya kurmak için kullanılıyor… İnfak edilmiyor. Mülkte şirk koşuluyor. Kırkta bir diye bir şey tutturulmuş gidiyor. Komşusu açken tok yatmamak için zengin mahallelerine taşınanlar var. Peki sokaktaki açtan, yoksuldan haberiniz var mı? Bu dinin klasik fıkıh anlayışı, yeryüzünün sokaklarında aç gezen 1 milyar insan için ne diyor? O fıkıh, Ömer’i vuranların, Ebuzer’i çöle gömenlerin, Ali’yi hançerleyenlerin, Hüseyin’i susuz bırakanların, Medine’yi yağmalayarak 900 sahabe kadınına tecavüz edenlerin ve Kâbe’yi mancınıkla ateşe verenlerin fıkhıdır.

O fıkıhtan bir şey çıkmaz. O, zenginlerin, kodamanların, cariye ve köle sahibi olma peşine düşmüşlerin fıkhıdır. Sultanların, harem ağalarının, zindandan İmam-ı Azam’ın kırbaçtan morarmış cesedini çıkaranların, kırkta bircilerin fıkhıdır… Ebuzer Ğıfari’nin dediği gibi ‘GECEYİ AÇ GEÇİRİP DE KILICINA DAVRANMAYANIN AKLINDAN ŞÜPHE EDERİM.'”

Yararlanılan kaynaklar:

1- Targan Ünal, Nisa Seçilmiş, Ar-Ge Göstergeleri Açısından Türkiye ve  Gelişmiş Ülkelerle Kıyaslaması, İşletme ve İktisat Çalışmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1, 2013, ss.12-25.

2- Hatice Erkiletlioğlu, DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE AR -GE  FAALİYETLERİ, İktisadi Araştırmalar Bölümü
2013

1 YORUM

  1. Allah razı olsun. İhsan Eliaçık’tan pek haz etmesem de çok güzel bir yazı olmuş. İnşaallah ara fazla zaman girmeden yeni yazılar gelir.

CEVAPLA

İnsan mısın? *